Görüntüleme (gezinme ile): 8 -- Görüntüleme (arama ile): -- IP: 18.118.140.108 -- Ziyaretçi Sayısı:

Özgün Başlık
Productive Landscapes and Resilient Cities

Yazarlar
Meliz Akyol, Hayriye Eşbah Tunçay

Dergi Adı
A | Z ITU Journal of the Faculty of Architecture

Cilt
2013, Cilt 10, Sayı 2, ss. 133-147

Anahtar Kelimeler
Resilient cities ; productive landscapes ; urban agriculture ; community development ; social and ecological environments

Özet
Creating a resilient urban matrix has become a fundamental issue due to natural and human caused disasters, economic and ecological crises last few decades. Subsequently, integrating productivity in cities via landscape and planning tools and developing a sustainable infrastructure become inevitable. This study explores the role of productive landscapes in creating resilient cities. More specifically, the paper focuses on urban agriculture as one of the major components of productive landscapes. Pioneering models of productive landscapes and urban agriculture go back to 19th century with the works of Ebenezer Howard, Le Corbusier, Frank Lloyd Right, and Ian McHarg. Obviously, cities have been blended with nature for centuries ; the only difference now is that industrialization has made food production invisible. Istanbul is presented as the case study. Through the rich history of Istanbul, food has a strong influence on city’s image. It is still possible to see the traces of agricultural uses along the Theodesian Walls, and some old neighborhoods. Some foresighted organizations and individuals promote agriculture in inner urban areas. However, dealing with rapid urbanization problems, agricultural lands have been transformed into settlement areas in time. As we are in the age of sustainability, combining agriculture with the new technology and recent architectural trends as well as sustainable master plans incorporating productive landscape concepts will encourage urban agriculture in the city, hence creating more resilient urban environments.

Başlık (Yabancı Dil)
Üretici Peyzajlar ve Dayanıklı Kentler

Özet (Yabancı Dil)
2010 yılında, birleşmiş Milletler İskân Programı (UN-HABITAT) insanoğlunun nüfus artışı ile 1950 - 2010 yılları arasında en hızlı kentleşme oranına eriştiğini açıklamıştır. Bu kontrolsüz büyüme ve kaynak tüketiminin doğurduğu olumsuz yaşam koşulları giderek durdurulamaz bir hal almış ve tüm toplumları bir çözüm arayışına sürüklemiştir. Bu arayış bizi daha dayanıklı ve kendi kendine yetebilen şehirler oluşturarak, tüketici bir toplum olmaktan kurtarıp üretici bir toplum olmaya teşvik etmiştir. Bununla birlikte yirminci yüzyılın sonlarından itibaren yoğunlukla görülmeye başlanan doğal ve insan kaynaklı felaketler nedeniyle dayanıklı kent matrisleri yaratmak büyük önem kazanmıştır. Bu nedenle, peyzajı ve planlama araçlarını kullanarak sürdürülebilir kentsel altyapı sistemleri oluşturmak, üreticiliği, kent yapısına entegre etmek kaçınılmaz hale gelmiştir. Kentlerin doğa üzerinde yarattıkları ekolojik ayak izini azaltmak için birçok öneri getirmek mümkündür. Bu önerilerin başında eski ve geleneksel sayabileceğimiz fakat günümüzde yeni bir kavram gibi algılanan ‘kentsel tarım’ gösterilebilir (Esbah ve Akyol, 2011). Kentsel tarım kavramı, 1996 yılında İstanbul’da yapılan Birleşmiş Milletler Habitat Programında gündeme gelmiş ve kent içinde bitki kültü varlarının ve hayvansal ürünlerin yetiştirilmesi, büyütülmesi, geliştirilmesi olarak tanımlanmıştır (UN Habitat, 1996). Bununla birlikte kentsel tarım kendi kendine yetebilen “dayanıklı şehirler” metaforunun önemli bir bileşenini oluşturmaktadır. Bu çalışma üretici peyzajların dayanıklı kentler oluşturmadaki rolünü ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda, özellikle bir üretici peyzaj aracı olan kentsel tarım üzerine odaklanılmıştır. Kuşkusuz ki kentler yüzyıllar boyu doğanın pastoral yapısı ile bir uyum içerisinde gelişme göstermişler ve bunu kent imajlarına da yansıtmışlardır. Bu birlikteliği tarihi gravür ve eskizlerden, plan, model ve haritalardan izlemek mümkündür. Doğa ve kent ilişkisini, bu kapsamda yapılmış olan ve günümüz kent modellerinin öncü örnekleri olarak nitelendirilebilecek Ebenezer Howard, Frank Lloyd ve Ian McHarg’ın 19. yy.’a dayanan çalışmalarında da görmek mümkündür. Bu çalışma kapsamında kılavuz niteliğindeki bu kent modelleri de peyzaj-kent ilişkisi kapsamında incelenmiştir. Her çalışma kendi dönemi içerisinde değerlendirildiğinde örnek gösterilebilir olsa da, Endüstri Devrimi sonrası kent ve doğa ilişkisinin bozulması ile özellikle üretici peyzaj alanlarının daha çok kent çeperlerine konumlandırılması ile kent içi tarım alanlarının yok olmuştur. Üretici ve tüketici arasına giren bu mesafe, yiyecek kaynaklarına ulaşım için ekstra enerji, daha fazla iş gücü ve daha fazla maliyet ihtiyacı doğurmuştur. Günümüz metropollerinin artan nüfusun yiyecek ihtiyacına cevap verememesinin sebebi olan yanlış kentleşme politikalarının başlangıcı da bu döneme dayanmaktadır. Türkiye’nin en kalabalık metropolü olan İstanbul’da yiyecek üretiminin ve yiyecek kaynaklarının kent dokusu içerisindeki dağılımının, zengin tarihi geçmiş içerisinde kent imajının oluşmasında büyük etkisi olmuştur. Bu etkileşimin izlerini ise hala İstanbul Surları’nı çevreleyen bostanlarda ve bazı eski semtlerde görmek mümkündür. Kentsel tarımı, Türkiye’deki kurumsal çevre kapsamında incelemek gerekirse, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, belediyeler ve yerel yönetimler gibi devlet kurumları, Tema, Yeşil Ev, Permakültür Türkiye gibi sivil toplum örgütleri ve bireyler, kentsel alanda tarımı uygulamalarını destekleyici girişimler yapmaktadırlar. Buna rağmen, hızlı nüfus artışı ve kentleşme problemleri ile tarım alanlarının büyük bir kısmı zamanla yerleşim alanı ve konut yapılarına çevrilmiştir. Maalesef kalkınma planlarında dahi tarım alanı olarak gösterilen bölgelerin kamu yararı dahilinde farklı bir kullanıma dönüştürülmesi yasa ve tüzük çerçevesinde mümkün kılınmıştır. Bu çalışma kapsamında da tarım alanları ile ilgili Türkiye’deki mevzuatın, yasa ve yönetmeliklerin tarihi süreç içerisinde gelişimi irdelenmiş ve sonuç olarak kentsel tarım uygulamaları kararlarının planlama sürecine dahil edilmesi ile ilgili yetki karmaşası olduğu görülmüş, tartışma ve öneriler geliştirilmiştir. İçinde bulunduğumuz sürdürülebilirlik çağı doğrultusunda, üretici peyzajlar ile günümüz teknolojisini, mimari trendleri ve sürdürülebilirliği amaçlayan kalkınma planlarını birleştirmek, kentsel tarım uygulamalarını destekleyeceği gibi daha dayanıklı ve kendine yetebilen kentler oluşturulmasını sağlayacaktır.